29 Eylül 2009 Salı

Aşka dair W. Shakespeare'den bir söz.


Yağmuru sevdiğini söylüyorsun ama yağmur yağınca şemsiyeni açıyorsun, Güneşi sevdiğini söylüyorsun ama güneş açınca gölgeye kaçıyorsun, Rüzgarı sevdiğini söylüyorsun rüzgar çıkınca pencereni örtüyorsun. İşte bundan korkuyorum çünkü beni de sevdiğini söylüyorsun(W. Shakespeare)

her zaman böyle değil miyiz biz? sevdiğimize hiç sevdiğimizi söyleyemeyiz. söylediğimizde de o bizden kaçar. demek ki, sevdiğimiz de aslında her şeyin farkında.

5 Şubat 2009 Perşembe

Sürekli Birilerinin Kendine Tecavüz Edeceğini Düşünen Kız


Var böyle kızlar. Hayattan tat almayı bilmezler. Erkeklerle bir araya gelmekten çekinirler, onlarla sohbet etmezler. Bir projede beraber görev almak istemezler, otobüste bile yanlarına oturmazlar, bir başka bayanın yanına oturmaya özen gösterirler. Bu kız türü tarifi daha böyleee uzayıp giden özlellikleriyle alır götürür kendini. Bir bok olacak sanki. Oracıkta kıstırıp tecavüz edecek erkekler buna.

Nefret ediyorum bu kız türünden. Hatta ben buna yaşam formu adını taktım. Kız demeye bile bin şahit ister. Kimsin neden varsın bu dünya'da?

Ayrıca bu kız tiplerinin varlığı erkeklerin de tavırlarını baskı altına almalarını gerektirir. Erkekler de kızların yanına oturmaktan çekinmeye başlarlar. Ya posta koyarsa, ya benim sapıkça emellerim olduğunu düşünürse diye hiç bir kızın yanına oturamaz hiçbir erkek.

Kötü olan tarafı da bu salakça düşünceye sahip kızların kendi kendilerini toplumdan dışlamaları durumudur.

Buradan tüm tecavüz maduru olacağını düşünen kızlara sesleniyorum. Sevgili kızlar, söz veriyoruz size tecavüz etmeyeceğiz. Tabi bu sözüme uyup gecenin 3'ünde ıssız ormanlarda falan koşuya çıkmayın. Fakat size söz veriyorum otobüste yanınıza oturan adam size tecavüz etmeyecek, ya da derste yanınıza oturan sınıf arkadaşınız, ya da projede beraber görev aldığınız grup arkadaşınız. Siz sadece hayatınızı nasıl yönlendirmek istiyorsanız öyle devam edecek. Siz istemediğiniz sürece hiçbir şey yaşamayacaksınız. Tecavüz pis bir şeydir. Korkmayın biz o kadar da pis değiliz.

2 Şubat 2009 Pazartesi

Kimim Lan Ben...

Sabahtan beri kim olduğumu ve neden yaşadığımı düşünüyorum. Ufacık bir hayatım var ve bu hayatın gerçek olduğundan bile emin değilim. Yani yarın başka bir şehirde uyanabilir ve kim olduğumdan habersiz bir başka hayata yönelebilirim. Belki de bunların alayı hayal, iğrenç ve özgün olmayan bir rüyadan ibaret.

Kimi zaman düşünüyorum da hayatım gerçek olamayacak kadar güzel. Tam bunu düşünürken yanımdan bir Ferrari geçiyor, bütün hevesim kaçıyor ama neyse. Gerçekten iyi yaşıyorum. Bir sürü arkadaşım var. Arada sıra hallerini hatırlarını sorabildiğim bir ailem var. Çam ağacım var mesela... Belki de mutlu olmayı bilmek etkendir bu duruma. Her şeyden mutlu oluyorum ben. Mal mıyım neyim. Hele ki son felsefemden sonra…

Kimse mükemmel değil, özellikle de sen. Ama kimse bunu bilmiyor. Yani kimse mükemmel olmadığını düşünmemiş bile. Kimsin nesin amacın ne? Bilen yok böyle şeyleri. Ama herkes şunu biliyor.

Hayat çok acımasız ve tutarsız… Aynı barda cebinde sadece bir bira alabilecek kadar parası olan adamla, bütün bara bira ısmarlayacak kadar parası olan adam oturuyor. Beraber eğleniyorlar. Zevkleri aynı. Sevdikleri hoşlandıkları kadınlar aynı belki de. Ama biri paralı biri parasız… Paralı olan gidip yazılıyor kıza. Kız kabul etsin etmesin umurunda değil. Kendinde o cesareti bulabiliyor. Ama cebinde bir biralık parası olan adam kızın yanına gidemiyor bile. Neden??? İlk düşündüğü şey acaba param yeter mi? Yani kız oldu ya kabul etti. Ona bir şeyler ısmarlayabilecek mi? Paralı eleman kızı kapar, parasız eleman da bir gün belki diye iç geçirir ve evine döner. EE hani büyük balık küçük balığı yutar mantığı?? Parasız eleman da büyük balık… o kocaman yüreğe, yeter mi küçücük beden???

7 Ocak 2009 Çarşamba

Sevgiliyi Kollarına Alamama Acısı....

Kimi zaman sevgilinizden o kadar uzak olmak durumunda kalırsınız ki; bu hem sizin için hem de onun için en güzeli ve doğrusu olacaktır. İşte böyle durumlarda birileri duygularını sizden kesinlikle daha iyi anlatmıştır. Bunlardan birisi de Otis Redding adında bir adam. Çılgın bir herif... Şu sıralarda kemikleri toprağa karışma aşamasındadır galiba. Fakat sesi 2.98 mb'lık bir mp3 dosyasına kaydedilmiş ve o sesler bütünü müzikalle buluşmuş. Sonra da insana müzikal orgazm yaşatan ve insanın sevgiliyi kollarına alamama acısını ortaya çıkarmıştır. Dinlerken kendinizi kaybedip ağlayabilirsiniz, ya da derin triplere girebilirsiniz. Benden söylemesi... İşte Otis Redding şöyle demiş; şarkının adı these arms of mine;

these arms of mine
they are lonely, lonely and feeling blue
these arms of mine
they are yearning, yearning from wanting you
and if you would let them hold you
oh, i'll breathe, oh i will be
these arms of mine
they are burning, burning from wanting you
these arms of mine
they are wanting, wanting to hold you
and if you would let them hold you
oh, i'll breath, oh i will be
come on, come on baby
just be my little woman, just be my lover
i need me somebody, somebody to treat me right
i need your woman's loving arms to hold me tight
and i need your tender lips

3 Ocak 2009 Cumartesi

2 Ocak 2009 Cuma

Hayat Katili İlkokul Öğretmenim


Hayat katili lanet hocamdan bahsedicem bu yazıda. Ne manyak bir kadın olduğunu söylesem bana kim inanırdı ki? Annem babam inanmadığına göre kimse inanmazdı herhalde. Hangi doğum gününde bir çocuğu döversiniz siz? Ya da 23 Nisan müsamereleri için yurtdışından misafir gelen çocuklardan hangisinin önünde deli gibi sınıftan bir öğrenciyi döversiniz? Ödevini yapmadığı için disipline göndermekle tehdit edilen, hayallerinin peşinden koştuğu için dışlanan, derste çok konuştuğu için dayak yiyen bir çocuk düşünebilir misiniz? Peki, bunları yapanın tek bir kişi olduğuna inanabilir misiniz? Evet, bekleyin geliyor. Her şeyi anlatıcam. 4 sene çektiğim zulmü, arkadaşlarımın gözü önünde küçük düştüğüm dakikaları anlatıcam…

Birinci sınıfta alıştığım ortamdan ayrılamam gerektiğini ve daha iyi bir öğretmene gitmem gerektiğini söyleyen annemin sözleriyle şok olmuştum. Kabullendim bu durumu. 2-d sınıfından 2-c sınıfına geçtim.

Başlarda benimle pek ilgilenmeyen bu kadın bir anda ismimin yeni mert olmasına karar verdi. Tahtada cezalılar ve çok konuşanlar listesinde Yeni Mert ve Eski Mert olurdu. Tahtada yazılan isimler oy birliğiyle seçilmiş başkanın kanaatiyle yazılan yazılardı. Hepimiz aynı yaştaydık ve kanımız kaynıyordu. Yeni Mert’e bir çarpı daha at, 2 çarpı daha at. Bilmem ne… Yeni Mert’in çarpıları tahtalara sığmazdı. Çünkü öğretmen olmadığı zaman eğlenmek serbestti bence. Fakat durumun böyle olmadığını her defasında acı bir şekilde öğrendik. Cezalılar tahtasında isminin yanına atılan her çarpı kadar eline cetvelle vurulduğu günler gördük. Ama bizde öyle değildi. Birinci sınıfımda tek ayak üstünde dururduk. Veya verilen ödüllerden mahrum bırakılırdık. Fakat bu yeni sınıfta dayak üzerine kurulmuş dengesiz bir düzen vardı. Fen bilgisine merakım vardı ve sosyal bilgilerden tarihe… fakat bu konuda kimse bana yardımcı olmadı. Annem karşıdaki lisede kütüphanenin karşısında memurdu. Ben de kütüphaneden çıkmazdım. Oradaki tarih kitaplarını ve fen bilgisi kitaplarını kurcalardım. Sonra edindiğim bilgileri hocayla paylaşırdım. Sanki çok değişik biriymişim ve artislik yapıyormuşum gibi öğrenmediğimiz şeyleri bana getirip durma dedi. Hiç üşenmeden kalp kırmayı çok severdi.

Bir de beni hep en arkaya oturturdu. Bir gün artık bu durum canıma tak etmiş, en arkaya oturmak istemediğimi kendisine açıkladığımda benle dalga geçti. Deve gibi boyunla en önde mi oturacaksın dedi? Sonra bir gün benle aynı boyda olan bayan bir arkadaşla bağıra çağıra bakın onla boyum aynı dedim. Sonra beni 1 sıra öne aldı, onu da bir sıra arkaya. Sonra o kız arkadaş bana günlerce küstü.

Bir defasında hiç unutmuyorum mercekle kâğıt yakmak için bahçede toplandık. Ben de çok ilgiliyim o tip şeylere en öne geçtim. Azarladı gene. Sen zaten biliyorsun geç arkaya dedi. Benim de sinirim bozuldu. Çocuk aklıyla arkadaki çocuklara top atmalarını söyledim. Zaten bir şey gözükmüyordu en arkadan. Geldi gene dövdü. Herkesin ortasında.

Bir defasında da bir arkadaşımın içine o kadar dokunmuş ki dedi ki öğretmene: öğretmenim, siz Mert’i neden hiç sevmiyorsunuz? Sonra bana döndü nefret olu bakışlarla. Hey allahım ya… Dedi ki: Mert ben seni sevmiyor muyum? Ne diyebilirsiniz? Göt var mı o kadar nefretinizi kusabileceğiniz? Dedim yok öğretmenim. Seviyorsunuz. Sonra şöyle yapmacık bir şekilde kolumdan çekti yanına. Göğsüne koydu kafamı iki ileri bir geri yaptı eliyle kafamda ve postaladı gene arka sıraya.

En ufak bir yaramazlığımda tutup döverdi, hırsını alamaz müdür muavinine götürürdü. Sonra da anne karşı okulda olduğu için anneye haber giderdi. Veli toplantılarında günün konusu hep ben olurdum. Ne kadar zavallı olduğum, topluma uyumsuz olduğum bilmem ne… Bir sürü kalitesizce ön yargıyla annem veli toplantılarında fişeklenir günlerce ağlardı kadıncağız. Sonra da beni döverdi ne yazık ki… Ama haklıydı. Hiçbir şeye yaramayan bir çocuktum ben. Ama bu süper beyin olması gereken, arka sırada konuşmadan çiçek olması gereken yaratık çocuktu. Bu sürekli unutuluyordu.

Ve bir 23 Nisan yaklaşmasıydı. 20 Nisan falan galiba. Kimi arkadaşlar evlerinde 1 aya yakın kalması için yabancı çocuk almışlardı. Kimi Moldovalı, kimi alman türlü türlü işte… Hatırlamıyorum pek. Tek hatırladığım arkada konuşuyorum diye hocanın bir hışımla yanıma gelip yabancı çocukların önünde bana saldırmasıydı. Sonra da dışarı attı. Her şeyi bir kenara bırakalım. Benim gururum onurum her şeyimi… O çocukların acaba o sahne gözlerinin önünden gitmiş midir? Ülkelerine gittiklerinde Anıtkabir’in haşmeti yerine bu olayı anlatmayacaklar mıdır? Hep tek tip insan olmamızı istedi bizden. Tek ve somut olmalıydık ona göre.

Bir arkadaşımız vardı. İsmi Meryem. Her gün dayak yerdi. Hiç de ezdirmezdi kendini. Soruyu yanlış yaptın dayak, konuştun dayak, onu yaptın dayak bunu yaptın dayak. Günler birbirini kovaladı ve Meryem’in ailesi Meryem’i okuldan aldı. Başka bir okula verdi. Gerekçesi de Meryem’in dayak yemesiydi. Öğretmen tabi doğal olarak çılgına döndü. Hiç unutmadım o günleri. Bize sordu “sizi dövüyor muyum ben?” Biz de hep bir ağızdan “hayır öğretmenim” dedik. Deme yiyorsa. Kızın babası çok kaliteli bir ressamdı. Atatürk portlerini falan yapardı. Şimdilerdeki başka insanlara benzeyen Atatürk posterleri gibi değildi. Şimdilerde düşünüyorum. Benim ailem neden bana inanmadı senelerce? Neden eti senin kemiği benim atasözünü söylediler ve her defasında bizim öğretmen bunu gerçek anlamda algılayıp saldırdı üzerime?

Mükemmel bir eğitim tekniği olduğunu savundu hep. Fakat sonuca bakıyorum da gidenlerle falan 70 kişi falan elinden geçti. O hırsa o başarısına rağmen mükemmel öğrencisi hiç olmadı. Parası olan öğrencileri paralı okullara gitti iyi bölümler için, parası olmayanlar da yapabildiklerinin en iyisi için çabaladılar durdular. Kaçımız Anadolu lisesini kazandık? Kaçımız üniversite sınavında olağan üstü başarılara imza attık?

Bir gün doğum günüm oldu. Ve sınıftan bir kız arkasına dönüp bir arkadaşıyla konuştu diye onu dövdü. Ne suçu vardı kızcağızın? Arkasına döndü konuştu diye miydi bu işkence? Peki, benim ne suçum vardı? Senede bir defa olan bir aktivitenin neden içine sıçıldı? Kız arkasına dönüp bir şey söyledi diye… Yalnızca 3. sınıftaydık…

Ve annemlerin bana inanmaya başladığı sene geldi çattı. Okulun arka bahçesinde kolum kırılmıştı. Bunu öğretmene gösterdim. Dedi ki yalan söyleme incinmiştir. Git otur yerine dedi. Saatlerce hem ağlıyor hem de ders dinliyordum. Kıvranıyordum ve bana abartmamamı söylemişti. Annemin canıydım ben. İlk göz ağrısıydım. Ve bir şey olursa bu kadına emanet etmişti beni. Ve sol kolum sakatlandığı için pek de önemli değildi. Yazı yazabilirdim sonuçta. Robotuz biz. Domo origato mr. Roboto… Sonra 5 saat boyunca o kolla gezindim ve annemin yanına gittim mosmor olmuştu kol. Annem düşüp bayılıyordu neredeyse. Hemen izin aldı ve beni hastaneye götürdü. Doktor çılgına döndü anneme kızdı. Kaç saattir neden getirmiyorsunuz çocuğu dedi. Annem bana döndü dedim ilk dersin tenefüsünde oldu. Annem ağladı ağlayacak zor tutuyor kendini. Babam da çıldırdı tabi. Alın işte aileciğim kemiğimi size gönderdi. Sonunda eti senin kemiği benim muhabbetinde kemiğimi size gönderdi canavar. Ama kusura bakmayın kırılmış hafiften. Neyse işin garibi 2 hafta okula gitmememe rağmen telefonum bir defa bile çalmadı. Birkaç yakın arkadaşım aradı beni sağ olsunlar. Sonra da annem dayanamadı öğretmeni aradı. Dedi ki: “hanım efendi mert 1 haftadır yok neden aramıyorsunuz ne oldu diye” dedi. O da ben aramam zaten kimsenin telefonu bende olmaz dedi. Fakat o anda annemin aklına 2 sene önce kendisi tarafından bir asker problemi için arandığımız hatırlatıldı ve zannedersem kadın şoke oldu. Her seferinde veli toplantılarında ağzına bal sürdüğü veli kendisine saydırıyordu. Sonra da kusura bakmayın haklısınız deyip geçmiş olsun dedi. Sağ olun dedik ne diycez o akılla? Neyse öbürkü gün bir tufan patladı telefon konusunda ana haber bültenlerinde telefon kilitlenmesi yaşanır ya aynısı bizde de oldu. Nasıl olduysa bütün sınıf arkadaşlarım beni aradı. Geçmiş olsun dediler. Sağ olun dedik.

Arkadaşlarıma lafım yok. Onlar da ben gibi çocuktular. Ama sanırım ilkokul hocamı asla affedemeyeceğim. Annem manyak olduğumu yaramaz olduğumu söylüyor ama ben çocuktum ya. Hiç kazanılmaya çalışılmadım. Kaybedilmeye özen gösterildim.

Bizden sonra özel bir okula geçmiş gönlü kara kadın. Acaba oradaki çocuklara da aynı eğitim sistemini uygulayabildi mi? Onları dövebildi mi? Azarladı mı? Fikirlerini hiç düşünmeden çöpe attı mı? Hayallerini acımasızca yıktı mı? Hiç zannetmiyorum.

1 Ocak 2009 Perşembe

Şizofreni...


Gecenin bir köründe sevdiğin kadınla kavga edersin. Olur, olmaz bir şeye. Kıza artık onu görmek istemediğini ve bir daha beni arama dersin. Kız da ağlayarak oradan uzaklaşır. Kimsin sen diye bağırır. Ama umursamazsın. Çünkü senin için bitmiştir. Yani belki de bitmesi senin için en güzeli ve en hayırlısıdır.

Kızın yanında ağlamamışsındır, hani onurlusundur ya gururlusundur ya. Ama eve gelince hüngür hüngür ağlarsın yorganı yüzüne çekip. Oysa neler ummuşsundur bu ilişkiden. Sabah kalkarsın okula gidersin. Gene nefret ettiğin sana hiç uyuşmayan kadını göreceksindir ve belki de onun kalitesizliğini bir daha onun yüzüne söyleyeceksindir. Fakat çok ilginç bir olay gerçekleşir. Enteresan şekilde bayan arkadaşın etrafa gülücükler dağıtmakta senin de yüzüne hiç bakmamaktadır. Biraz bozulursun ama “kurtuldum lan işte” diye düşünürsün. Fakat çıkışta daha kötü bir olayla karşı karşıya gelirsin. Ailesinden olmadığı garanti olan bir genç arabasıyla bölümünüzün önünde durmuş ve sizin daha dün ayrıldığınız bayan arkadaşınızla gayet samimi arabaya binerler ve mekândan hızla uzaklaşırlar. Siz ortada mal gibi kalırsınız. Söylenecek söz yoktur. Hani kurtuldum diye düşünmüştünüz ya. Alın işte kurtuldunuz… Ev arkadaşınız size destek olamaya çabalar. Ama nereye kadar sizin üzüntünüzü alabilir ki? Ama kendinize hafiften gelmişsinizdir. Önemsemiyorsunuzdur.

Aradan 1 hafta geçer ve evde ev arkadaşınız olmadığı bir zamanda kapı çalar. Dışarıda da inanılmaz bir yağmur vardır. Şaşırırsınız. Komşularınızdan biri olma ihtimali üzerinde durursunuz. Sizin katınızdakilerle sadece menfaate dayalı bir komşuluk sisteminiz vardır. Kapıyı açtığınızda dumur olursunuz. Karşınızda sırılsıklam ıslanmış eski sevgiliniz durmaktadır. Ağlayarak size sarılır ve her şeyi unutarak yeni bir başlangıç yapmak ister. Titrek ruhuyla size yalvarır. İçeri sokarsınız. Çay ikram edersiniz. O kadar gururludur ki önüne koyduğunuz çaydan bir damla bile içmez. Bardak öylece durur ve titreyerek karşınızda oturan bu kadın sizin istediğiniz kadın olmak için geldiğini ve bir daha asla sizi bırakmayacağını onu bırakmamanız için çalışacağını iddia eder. İnanırsınız. İçeri odaya götürür onu yatağa yatırırsınız. Elektrik battaniye ve klima ile onu ısıtmaya çalışırsınız. Kendine gelir ve bir size eski günlerdeki gibi gülen gözleriyle bakar. Ağlamaktan yorulmuştur artık gülmeye ihtiyacı vardır. Sarıp sarmalarsınız onu. Kıyafetlerini birer birer askıya asarsınız kuruması için. Titreyen bedenini elektrikli battaniyenin gücüyle ısıtırsınız. Bu esnada telefonunuz çalar. Beyninizden vurulmuşa dönersiniz. Arayan eski kız arkadaşınızdır. Yani karşınızda duran arkadaşınız. Ve bir anda gözleri berelir. Korkudan ağlamaya başlar ve sakın telefonu açma der size. Arayan aslında o arabalı çocuktur. Kız arkadaşınızı saatlerce dövmüş ve telefonuna el koymuştur bu psikopat ruhlu yaratık. Çok sinirlenirsiniz polise gidelim dersiniz fakat kız istemez. Ne olur beni burada sakla der. Sonra telefonu meşgule alıp sevdiğiniz kadının arabalı elemanda olan telefonuna sanki olaydan haberi yokmuş gibi mesaj atarsınız. “Bırak peşimi artık, sevmiyorum seni…”.

Aslında siz de korkmuşsunuzdur, arabalı çocuktan. Ama asıl korkunuz sevgilinizi tekrar kaybetme korkusudur. O gece sevgiliniz sizle kalır ve kimseye söylememe konusunda onunla anlaşırsınız. Ev arkadaşınızı odanıza sokmazsınız. Ve çaktırmadan göz kırpıp içerde benim ki var dersiniz. Kusura bakma falan deyip olayı kaparsınız. Fakat ev arkadaşınıza bu olay pek mantıklı gelmemiştir. Size inanmamaktadır, çünkü o arabalı elemanla her gün okulun çeşitli bölgelerinde sizin eski sevgilinizi görür olmuştur. Bir gün gene eve geldiğinizde odanıza koşarak girer eski kız arkadaşınız. Yanına gidersiniz, saatlerce onunla konuşursunuz. Ev arkadaşınıza kusura bakma kardeş içerde benim hatun var gene dersiniz. Ama ev arkadaşınız artık dayanamaz ve der ki: abi yeter artık bu kızı ben her gün o arabalı elemanla görüyorum. Lütfen akıllan oynuyor senle diye sessizce söylenir. İçeri bir hışımla girersiniz. Kız arkadaşınız sesleri duyduğu için hıçkıra hıçkıra ağlamaktadır. Ve olayın tamamen yanlış anlaşılma olduğunu açıklama gayretindedir. Telefonunu elemandan alabilmek için arabalı elemanın arabasına bindiğini söyler. Ve sizin ev arkadaşınızı hiç sevmediğini de ekler. Sonra siz ev arkadaşınızla konuşmak için onun odasına geçersiniz ve ev arkadaşınıza olayı açıklarsınız. Oda arkadaşınız bunu duyunca iyice sinirlenir ve sizin sevgilinizle konuşmak için sizin odanıza yönelir. Bağıra çağıra… Çünkü kız yalan söylemektedir. Kimse telefonunu geri almak için elele tutuşmaz. Sizin engelleme çabalarınıza da karşı koyar ve odanıza girer. Yatağın üzerinde size ait biraz önce sevgilinizin üzerinde olan pijamalardan başka bir değişiklik yoktur odanızda. Sevgiliniz de gitmiştir kayıptır. Kapı çarpma sesi de gelmemiştir. Siz çılgına dönersiniz. Onu korkuttun diye bağırırsınız. Ev arkadaşınız olaydan o kadar korkmuştur ki; kapıyı çarpıp çıkar gider, kafasında milyonlarca soruyla. Siz kafanızı toplamak için odaya gittiğinizde gardrobunuz açılır ve içinden sevgiliniz çıkar. Size ait pijamaları çıkarıp kendi kıyafetlerini giyinmek istemiş o sırada paldır küldür içeri giren ev arkadaşınızdan çekinmiştir. Ve kendini gardroba atıp kilitlemiştir. Bu da odada olmayışını açıklamaktadır. Daha sonra kız arkadaşınız size sorar “benim için her şeyi yapar mısın?”. Siz de düşünmeden cevap verirsiniz “evet”. O zaman ev arkadaşını öldür der size. Ama o en iyi arkadaşınızdır. Kız arkadaşınız der ki: geçen gece bana tecavüz etmeye kalktı. Gözünüz döner ve bıçakla ev arkadaşınızı beklersiniz. Akşam geldiğinde de boğazını kesip öldürürsünüz.

Bunu yaptığınız için size çok teşekkür eder sevgiliniz. Artık görevini tamamladığı için ölene kadar sizinle kalacağının sözünü verir. Çok mutlusunuzdur. Ev arkadaşınızın cesedini ilerdeki mezarlığa gömmek için beraber götürürsünüz. Sanki eğlenceye gidiyormuşsunuz gibi mutlusunuzdur. Ayrıca mezarlığa gömmek fikri de beraber izlediğiniz bir filmde ortaya çıkmıştır. Eve gittiğinizde kapıda polisler vardır. Ve ev arkadaşınızın annesi de olay mahallindedir. Kız arkadaşınızı öper karanlıktan faydalanarak kaçmasını tembihlersiniz. Sonra eve girer hiçbir şey olmamış gibi kampa gitmiştir telefonu da çekmiyordur gibi yalanlar söylersiniz. Polisler sorgular sizi fakat pek akıllıca cevaplar verip olaydan kurtulursunuz.

Bir anda ev arkadaşınızın annesinin aklına ev arkadaşınızın tuttuğu günlük gelir. Belki birkaç ipucu vardır o günlükte der. Bir anda şaşırırsınız. Ve günlüğü okuyan polis, suçluyu direk anlar. Günlükte ev arkadaşınız sizin son zamanlarda değiştiğinizi ve uykunuzda ev arkadaşınızı öldürme arzusunda olduğunuzu sayıkladığınızı anlatır. Ve işin ilginç yanı sizin yedek pijamalarınıza sarılıp uyuduğunuzu da eklemektedir. Gözleriniz fal taşı gibi açılır ve bağırıp çağırırsınız. Sonra tekrar telefon çalar ve eski sevgilinizdir. Dayanamaz açarsınız. Başlarsınız küfür etmeye. Ev arkadaşınızı öldürdüğünüz gibi o arabalı elemanı da öldürüp mezarlığa gömeceğinizi haykırırsınız. Fakat bir anda polislerin silah doğrultup üzerinize geldiğini görürsünüz. Ayrıca telefonda da konuşan sizin sevgilinizdir. Size bir daha derste sakın ola ki bana göz kırpma demektedir. Şaşırırsınız ama kabullenemezsiniz. Doktorlar sizi tedaviye alırlar.

İşte şizofreni böyle bir hastalıktır. Ne zaman nasıl geleceği belli olmaz. Hem de hiç anlamazsınız.

Annecim Seni Çok Seviyorum

Bu laf o kadar sihirlidir ki. Hayatınızın kadını karşısında, sizi o kadar sevimli bir yaratığa çevirir ki, buna hiçbir maddi manevi kuvvet engel olamaz. Aslında 4 kelimeden oluşan kalıplaşmış bir sözcüktür. 2 tip söyleniş şekli vardır.

Birincisinde sadece menfaate dayalı istediğiniz bir şey olduğunda anneniz de bunun gerçekleşmesinde emek harcamışsa ve siz bunu biliyorsanız işte o zaman kıymete biner. Ve ağzınızdan yalan yanlış dökülüverir. Anneniz gene de mutlu olur bu durumdan.

İkincisi ki bence en acısıdır. Çünkü anneniz o zaman sizi duyamaz, kokunuzu içine çekemez, size sevgi dolu çığlığını atıp sarılamaz. Çünkü o artık ebediyete intikal etmiştir. Bağırarak ağlayarak bu cümleyi sarf edersiniz ama artık çok geçtir.

Peki, dürüst olarak söyleyin, en son ne zaman annenize bu iki durum dışında annecim seni çok seviyorum dediniz? Ben söyleyim hiç demediniz. Anneniz sizden bu sözü bekliyor. Annecim seni çok seviyorum demenizi bekliyor. Olur olmaz bir yerde söyleyin kadıncağızın gözündeki sevinci izleyin. Mesela 2 haftadır beklediği dizinin final bölümünde söyleyin. Dikkatlice diziyi izlerken dönüp sizi sarıp sarmalamasına tanık olun. Annenizi sadece lafta değil, gerçekten sevin. Ama bu sihirli sözcüğü dilinizden düşürmeyin. Söylemek için geç kalmayın...